Carmen şu anda çok meraklanmış olmalıdır diye düşündüm. Suriyeye gitmek için ayrıldığımda daha 2 aylık hamileydi ve şimdilerde doğum için gün sayıyor olmalıydı. Şimdiye kadar asker olarak geçirdiğim zaman içerisinde eve dönememekle ilgili bu günkü kadar endişe yaşadığımı hatırlamıyorum. Askersiniz, yarını görüp görememekle iligili bir derdiniz yoksa her halhükarda işinizi doğru yapıyorsunuz demektir. Görevimi orduya bağlı 3. Piyade alayına bağlı olarak yapıorum, Eski muhafızlar. Yanımızda Türk Komandolarıyla birlikte bir Long-range reconnaissance patrol (Uzak meşafe keşif devriyesi) yapıyorduk. Medyaya bunun bir talim olduğu yönünde bilgi verilse de Albay’in dediğine göre diplomatların Türkler mı biz mi ölmeliyiz karar veremeyip ikimizi birlikte gönderdikleri kombine bir operasyon. Heyecan verici bir görev ama benim için önemli değil. Ben sadece eve dönmek için gün sayarken işini doğru yapmaya çalışan bir çavuşum. Aramızdaki bazı askerler gibi morfin ya da crack bağımlısı olmayacağım veya bir korkak gibi Platoon’un arkasında bacaklarımı sürüklemeyeceğim. Ve asla ama aslan Albay Clinton gibi savaşa aşık olmayacağım.
Tek gözlü hasta orospu çocuğuyla ilgili bir sürü efsane var. Bu işlerde uzmanlaşmış CIA bağlantılı bir Albay. Bir gözünü Irakta bırakmış ,Nepalde lanet Ghurkalarla birlikte savaşmış, daha servis akademisine yazılmadan 18 yaşında sırp vurmak için Kosovo’ya gitmiş, Irakta Amerikadan fazla zaman geçirmiş. Her zaman üst rütbelerle zıtlaşan, kılçıklık yapan ve hep ön cepheye sürülen lanet Albay John Clinton. Yani hangi ruh hastası 35 yaşında Albay olup da hala keşif birliklerine liderlik eder ki? Bu Türk barbarlarını ve bizi buradan çıkarabilcek bir adam olması gerek değil mi? Hayır işte bu hasta piç ‘’işi doğru yapmak’’ uğruna bizi burada ölüme götürecek kadar hasta. Arkamda Billy ve Joel, sol ön tarafımda Flynn onun yanında Flynnin konuşmasıyla taşşak geçen Hank, önümüzde de ağzında sikindirik benzlikli King Henry purosuyla Albay Clinton yanımızdaki Türk taburuyla beraber 1.2 click kalan yolumuzu yürüyorduk. Hank taburdaki en yakın arkadaşımdı. Temel eğitimden yurt dışı tayinlerine hep beraber denk gelmiştik. Washingtonda evlerimiz aynı sokaktaydı yani komşu sayılırdık. Aldığımız istihbarata göre 1.2 click kadar önümüzde küçük bir ISIS kampı bulunmuştu. Bizim yaptığımız keşif esnasında bir anda götümüzün dibinde bir kamp olduğu istihbaratı almamız ve orayı temizleme emri gelmesi bir anda herkesin tadını kaçırmıştı. Albay bu işte bir bit yeniği olduğu kanaatindeydi sanırım çünkü tek kaşı havada (gerçi diğer kaşı gözükmüyor da) düşünceli düşünceli yürüyordu. Bir şeyler düşündüğünü anlamamız için bizi susturup kendisine hiç yakışmayan emir geldi uygulayacağız zırvaları patlattı. Milleti de oldukça gazlamış gibi gözüküyordu ama ben ve Hank bu ayakları yemezdik. Bay iyi lider. Tamamen zırvalık. Yalnızca 0.1 click kalıp kampı üstten görmeye başladığımızda bu düşüncelerimden kurtuldum. Dürbünlerimiz ve keskin nişancı tüfeklerimizle yaptığımız gözleme göre kampta 8 kişi vardı ve elleri siklerinde aylaklık ediyorlardı. Teğmen bana ve platoondaki diğer 14 kişiye burada kalıp çevre güvenliği almamızı emir etti. Kendince sağlam bulduğu 2 çocukla Hank’i yanına alıp 4 tane de Türklerle beraber kampın içine indi. Tepedeki tim olarak 360 dereceyi kontrol ettiğimize emin olduğumuz bir formasyonla dizildikten sonra M24 tüfeğimi kaldırdım ve ardından… Ardından çok az drama takip etti. Poz kesmeden, bağırmadan, flare ya da el bombası atmadan yağ gibi akıp giden tüfeklerin senfonisi. L şeklinde ateş edip bütün kampı kişi başı yarım şarjörle temizlediler. Türkler de ne bok yediklerinin farkındaydılar en azından aşağıda Albayla olanlar. Bir dakika kadar sessizlikten sonra Albay ve bizim çocukların buraya doğru koşmaya başladığını gördüm ve ne olduğunu anlamadan bir patlama geldi. Kampta gerçekten insan olduğu için ve silahlarına davrandıkları için bunun bir tuzak olmadığını düşünmüştüm ama hayır, bu piçler arkadaşlarının haberi olmadan ya da olarak orasını kestirmek güç yeö etmişti. Eski kamplarına attıkları bir RPG atışı ile hepimizi uyandırdılar ve kampın ötesiden bulunduğumuz tepeye doğru Toyotoları ve AK ateşleriyle son hız geliyorlardı. Biz de tetiklere asıldık ve gerisini çok fazla hatırlamıyorum. Aklımda olan tek şey Hank’i kurtarmaktı. Combat High, mermiler, patlayıcılar. Sol koluma bir şarapnel yemiştim ama önemi yoktu. Hank’in düştüğünü gördüm ve Albaynın koşup yerden onun M60’ını aldığını. Daha sonrası sağır eden kaya matkabı sesli M60’ın bağırtısı. Ondan sonra daha da kötü muharebenin sona erdiğini bildiern sessizlik geldi. Adrenalin, combat high hepsi sona erecekti. Gerçekle yüzleşicek, ölen arkadaşlarımıza bakıcak bakacak, yaralarımızın acıyıp sızlamasına katlanıcaktık. Bütün bunları aramızdaki bağ ya da Albaynın da dediği ibi savaşmanın verdiği tatmin için yapımıyorduk. Ülkemizin beka’sı için de değil. Bir kongre üyesinin siyasi görüşünü destekleyecek politik araçlardık sadce. Tek gözlü Albay bu bokları kafamıza iyi sokmuştu. Ne zaman bir askerin acı çektiğini görsem bunları düşünür olmuştum. Hank gitmişti. Lanet olsun ki aklıma gelen tek şey karısına ne diyeceğimdi. Onun acısını düşünmekten kendi dostumu yitirmeme yanamıyordum bile. Ağlayıp tepinmemek, kontrolü yitirmemek için Albaynın emirleriyle kayıplarımızı ve hakladığımız düşmanları torbalayıp ele geçirdiğimiz ekipmanları toplamaya yardım ettim. Bir ara Albay’ı eski bir Mosin Nagant model tüfeği dakikalarca inclerken yakaladım. Neden olduğunu bugün bile anlayamadım. Helikopter gelip bizi çıkardı ve turum böylelikle sona ermiş oldu. Eve gittim, ağladım, burbon içtim ve çocuğumun doğumunu en yakın arkadaşım olmadan kutladım. Hank’in cenazesine gittiğimde herhangi bir konuşma yapacak durumumuz yoktu. Üniforma elbiselerimizle cesaret toplayıp konuşma yapmaya cesaret topladığımız sırada apar topar bir şekilde elinde bir şişe bira, (Hank’in en sevdiği türden bir Carslberg) üzerinde siyah bir palto, mavi bir kravat ve ağzında bu sefer pahalı olduğunu düşündüğüm Arturo Fuente Anniverxario purosuyla belli ki sarhoş bir vaziyette Albay John Clinton sahneye çıktı. Dağanaklı saçlı sarhoş purosundan bir fırt aldı, elindeki birayı tabutun yanına koydu ve. ‘’Böyle bir asker kimse arkasından bir şey demeye cesaret edemeden gidemez’’ dedi. ‘’Biz, ikinci dünya savaşındaki, koredeki, hah(gülerek) hatta siktiğimin Vietnamında’ki gibi bile vatan için elle tutulan bir düşmanla savaşan askerler değiliz. CIA beslemesi artıklarla, bizim yetiştirdiğimiz artıklarla askercilik oynayıp ölen zavallılarız. Ve burda yatan çavuş Hank’de böyle bir zavallı.’’ Sesler yükseldi ve ben bile bu şerefsize tabutu bırakıp bu çıkardığı rezillik için okkalı bir yumruk atmak istedim. Ama herkes bir yandan bu sarhoşun söyleyeceği şeyi merak ediyordu. ‘’Savaş alanında kahramanlar olmaz. Tanıdığım bütün kahramanlar ya ölü ya da bir hapishane hücresinde çürüyor. Savaş alanında arkadaşlar olur ve Hank de iyi bir arkadaştı. Taşak geçer, alay eder ve bizi kollardı tıpkı iyi bir asker gibi. Biranı bitir Hank, gittiğin yerde çok uzun süre bir tane daha bulamayacaksın çünkü.’’ Sonra ben ve diğer arkadaşlar da bir kaç kelime ettik. Albayın niyeti kötü değildi de işte ne yapacaksın. Savaşa aşık, anti militarist ve askeri emir komutayı işlevsiz gören, anarşist zavallı tek gözlü boş bir kabuk sadece. CIA’le beraber çalıştığı ve bu teröristleri yaratmada pay sahibi olduğunu biliyorum bu da onu karşısında durduğu her değerin ta kendisi yapıyor. Kendi kendisinin ideolojik olarak en büyük düşmanı. Bu günlerde bir gün berettasıyla kendi kafasına bir tane sıkmazsa şaşırırım doğrusu. Ya da CIA’de bir kaç özgürlük getiren piçi haklamasa. Hank’i yavaşça toprağa bırakmaya başladığımız esnada Albay ‘’Durun!’’ dedi. ‘’ Sen lanet iyi bir M60 operatörüydün Hank, belki de gördüklerimin en iyisi.’’ Akşama kadar Albay’la beraber Hank’in mezarının başında CIA’de yaptığı şeylerden, dış politikadan, asker olmaktan ve görevlerinden konuştuk. Gece vakti güler bir yüzle Hank’e son selamını verdikten sonra CIA ve onu kuklası haline getirmiş kongre üyesi onu nereye gönderiyorsa oraya gitmek için yola çıktı. Ben de evime dönüp oğlumu kucağıma aldım. Küçük Hank’in göbek adı artık John olmuştu. En azından Albay’a bu kadarını borçlu hissettim.
Direktör Price iyi akşamlar efendim. Kuveytteki operasyonla ilgili briefing verilmesi istediğinizi not etmişsniz ondan sizi rahatsız ettim. Kongre üyesi McCarthy’nin bize tavsiye ettiği yüzbaşının görevini tamamladığına dair drone ve uydu görüntüleri elimize geçti. Evet efendim tek gözlü olan. Kuzey Arabistanda’ki heroin işinden bizim izin verdiğimizden fazla pay almaya çalışacak bütün Araplara bir mesaj verdiğimizi düşünüyorum. Yüzbaşı Clinton hedefi mesaj vermek için grubuyla ibadet ederken keskin nişancı tüfeğiyle haklamış. Albaylığa terfi ettirip kongre üyesi’yle gelecekteki işler için onu kullanmamıza ön ayak olması için bir ileti gönderiyorum o halde. İyi geceler.
Kongre üyesi McCarthy’nin sekreteri olarak geldiğim en tuhaf yer kesinlikle Nepal. Genelde orta doğu ülkelerine ‘’fact finding tour’’ adı altında kongre üyesi’nin askeri çevreler arasında etkisini arttırıp siyasi konumunu sağlamlaştıracak yerlerde etkinlikler yapıp orada görev yapan Amerikanlar’la bir araya geliyoruz. Nepaldeki iç savaşa müdahale etmek için ordu geldiğinde McCarthy’de fırsatı koklayıp beraberinde gelmişti. Onu karşılamak için yapılan bu partide pek çok insan vardı. İş insanları, istihbahratçılar, askeri generaller ve niceleri. Amerikadan getirilmiş ördörlerin ve içkilerin olduğu masalarla Katmandu’nun en şık ve görece modern salonunda küçük bir amerikan elçiliği gibidik. Bir buçuk saati aşkındır insanlarla sohbet ediyorduk ki içeriye o adamın girmesiyle McCharthy’nin suratı pişmiş bir kelle gibi sırıtmaya başladı. Şimdiye kadar çok verimli bir akşam değildi gibi. Yeterince kök saldıramadıysak. 185 boylarında Beyaz eski püskü smokin ceketi kuşanmış gözünde bir göz bandı, ağzında ise ucuz görünümlü bir puro olan sert bakışlı 20’lilerin sonlarında bir asker. Kesinlikle buradaki herkesden farklı göründüğünü ve buraya ait olmadığını anlamak mümkündü. Ona iştahla sanki herif bir parça domuz butuymuş gibi bakan McCarthy’e dönüp sordum ‘’Kongre üyesi bu tuhaf tip de kim acaba?’’ Kongre üyesi gözlerini ayırmadan cevap verdi ‘’Sadece bir kara kuvvetleri yüz başısı. Yeşil bereli falan filan bilirsin o tipleri. Ama son 3 senedir Irakta yaptığı şeyler. Doğru zamanda doğru adamlarla buluşursa pek çok kişiye çok fazla paralar ve nüfuz kazandırabilir.’’ Ve iştahlı adımlarla kısa boylu şişman kongre üyesi Yüzbaşının yanına yürüdü. ‘’Yüzbaşı Clinton bu naçizane etkinliğimizde sizin gibi birini görmek ne büyük onur, görev sizi de benim gibi Nepal’e getirdi demek ha.’’ Yüzbaşı hiç gülümsemeden veya herhangi bir mimiğini oynatmadan elini uzatıp tokalaştı. ‘’Nepal ordusuna verilmesi gereken eğitimler ve ekipman tanıtımları için gönderildim efendim. Açıkçası sıkıntıdan kafamı taşlara vurmak üzereyim. Dağlarda Ghurkalarla beraber kalıyorum, tesis de o taraflarda. Bana kalsa bu gece mümkün olan en erken uçaklağa Irak’a dönerim ama.’’ Dedi ve purosundan kuvvetli bir nefes daha aldı. ‘’Bu konuda ne yapabileceğimize bakalım yüzbaşı. Beni tanımanızı isterim. Öyle normel kongre üyelerine benzemem. Her zaman insanlarının birbirini tanımasına ve işleri kolaylaştırmaya ön ayak olmak isterim her daim. Bilirsiniz işte.’’ Yüzbaşı bu laflar onu eğlendirmiş gibi gülerek. ‘’Pekala öyleyse kongre üyesi, sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı?’’ ‘’Aslına bakarsan yüzbaşı bir konu var, bir kaç saat içinde odamda buluşmamızı gerektiren tarzda, bir çeşit milli beka sorunu bile diyebiliriz ama, ıhmm yerin kulağı vardır derler. Bilirsiniz işte.’’ Yüzbaşı kafasıyla onayladı ve yanımızdan ayrıldı. 3 saat kadar sonra etkinlik bitip de konre üyesinin odasına çıkana kadar onu bir daha hiç görmedim. Üst kata çıkmak için asansörü çıktık. Oda’ya girmek için bize verilen eski anahtarı kongre üyesinin kilide sokmasını bekledim. 2006 yılında oda kartı olmayan otel mi olurmuş yahu diye söylenmesini dinledim. Odanın içine girdik ve uzaktan bir dumanın geldiğini gördük. Bir şey mi yanıyor diye içeri girdiğimde kapkaranlık odada sadece yüzbaşının silületini, tek gözünün beyazını ve purosunun yanan ucunu gördüm. Işığı açtığımda bacak bacak üstüne atıp rahatça oturduğunu ve yanındaki küllüğün en az 4-5 tane puro izmaritiyle dolu olduğunu fark ettim. ‘’Korkuttuğum için üzgünüm, böyle bir söz gelimi beka sorunu hakkında düşünüp beklemekten başka bir şey yapamadım açıkçası, tercihen karanlıkta.’’ McCharty lanet olası bir altın madeni bulmuş gibi gülümseyerek. ‘’Memleketimizin böyle özel bir askeri bizi korkutur olur mu canım, saçmalamayın. Uzun süredir burda bekliyorsun, seni ordör falan yerken de göremedim, karnın aç mı, bir şey içmek ister misin?’’ Yüzbaşı bana dönüp oda telefonunu kaldırarak ’’Buranın oda servisi iyi midir bayan sekreter?’’ Sakince ‘’Menüde içinde balık olan her şey güzeldir. Tazeden sabahları nehirden geliyor diye duydum.’’ Anladığını başıyla onayladı ve telefonu kaldırdı. ‘Kongre üyesi McCharty’nin odasına iki porsiyon bitfek az pişmiş.’’ ‘’Evet kongre üyesi, sizi dinliyorum.’’ McCharty de yüzbaşı’nın yanındaki koltuğa kurulup kendini rahat ettirmeye çalışıp gerinerek. ‘’Bir iş var yüzbaşı, CIA tarafından yapılması gereken ve askeri bütçe için oldukça önem arz eden bir iş. Bilirsiniz CIA öyle bir yapılanmadır ki sağ elinin yaptığını sağ dirseği bilmez. Bu işi kendi departmanları arasında halledemezler, dışarıdan bir profesyonel’e ihtiyaçları var. Çok soru sormayıp işini iyi yapabilecek birine bilirsiniz.’’ ‘’Bir kongre üyesinin gizli bir CIA operasyonunu kara kuvvetlerinden bir yüzbaşına vermesi mi? Duyulmuş iş değil. En azından benim duyduğum. Bütçe bu, operasyon fonu şu. Bu günlerde CIA’yi muhasebeciler yönetiyor olmalı. Kimin uyuşturucu ya da silah parasıyla ilgili bu operasyon? Langleyden dışarı 76’dan beri çıkmamış götü kemikli bir ihtiyarın mı?’’ ‘’CIA, ordu hepimiz aynı ulu bayrağa hizmet ediyoruz sonuçta bilirsiniz. Aşşağıda, ilk tanıştığımızda da söylediğim gibi, insanların tanışmasına aracılık ederim işleri kolaylaştırırım. Ama lanet olsun yüzbaşı ilk seferden böyle bir tahminle bir kongre üyesine böyle bir ithamda bulunmak mı. Sana Irak’ta neden kırık dediklerini, bu kadar iğrelti olmalarının nedenini şimdi anladım. Eğer ülkene ve federal yapılanmalarına yardım etmek istersen görevi kabul et, verile işi yap. Eğer amacın çölde bir çukurda ölmekse bay Kaptan Amerika, onu da ayarlayabiliriz. Ya da Wisconsinde bir kışlada ofis işi de olabilir. Böylelikle tek gözlü bir gaziyi dinlendirmiş oluruz.’’ ‘’Pentagon’daki popülaritemin farkındayım kongre üyesi, kara kuvvetlerindeki tembel götler terör karşıtı savaşı idare etmeyi bırak, yardım olmadan bir M4’ün emniyetini açamazlar. Teröre karşı savaşta hep savaşa taraf olmak istedim, bu yaratılan hayali terör örgütü ve liderlerinden ve bunu yaratan federallerden nefret ettim. Şimdi sen benden tam olarak nefret ettiğim şeye dönüşmemi istiyorsun.’’ Kongre üyesi McCharty gülerek ’’Korkunç Yüzbaşı Clinton’ın bir idealist olacağı aklıma yüz yıl düşünsem gelmezdi.’’ ‘’Sadece askerlerin politik birer oyuncaktan fazlası olduğu günlerin geri geldiğini görecek kadar yaşamak istiyorum. İdealist mi dersin salak mı dersin orası senin bileceğin iş.’’ ‘’Yaşamak dediğine göre işi aldın demektir. Evet evet bu harika. Baksana yüz başı o bifteklerin yanına bir şampanya içmek ister misin? Sanırım ben içeceğim, Peki ya sen Anna sen de içmek ister misin?’’ Bütün bu asker, istihbahrat felsefi konuşmalarının ardından kendimi afallamış buldum. Geçiştirir gibi ve tuhafça kongre üyesine ‘’Tabi tabi neden olmasın efendim.’’ diyebildim. Pekala dedi ve kongre üyesi de oda servisini aradı. Daha sonra biftek ve partiden kalan şişelerden şampana servisini odaya yaptılar. Yüzbaşı ve kongre üyesi pek fazla konuşmadılar. Yüzbaşı bifteklerini yedi, iyi geceler diledi ve odadan ayrıldı. Kongre üyesi ise CIA’deki bağlantılarıyla görüşme yapmak için ofis alanına çekildi. Acaba McCharty’im bana o istediğim arabayı alacak mı yüzbaşının göreviyle gelecek olan bütçeyle? Tanrı askerimizi korusun.
İlk kez birini vurduğumda daha 19 yaşındaydım. Liseyi bitirir bitirmez kendimi kolay para olur diye boşluk yılımda orduya yazdırdım. Bir takım talihsiz olaylar ve disiplinsizliker sonucu beni Yugoslav savaşlarının ortasındaki Kosova’ya postaladılar. Orada kaldığımın 6. günüydü ki Birleşmiş Milletler bizim bulunduğumuz şubeden yakındaki bir depoyu kontrol etmemiz için emir yazısı göndermiş. Çok düşünmeden nasılsa boş çıkar diye salak bir çavuşun yanında çaylaklar olarak kontrole gittik. Orada grupla birlikte yürürken yanında bir AK-47 duran işeyen bir Yugoslav askerini gördüm 10-12 metre kadar ileride duruyordu. Hemen emniyeti açıp ateş etmeye başladım. O zaman bize tesis edilen Vietnam’dan kalma M16’larımızda hala olduğu gibi full otomatik modu olmadığından ve ben de çok talimsiz ve çok yeteneksiz hayatında eline silah almamış bir çömez olduğumdan tetiği basılı tuttuğumda sadece 3 mermilik bir atış yaptığımı fark etmedim. Bir kaç saniye sonra bana oturdu ve tetiği bir kaç kere daha çektim. Kimse ne olduğunu anlamadan adam kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Korkanlar irkilenler ve bağıranların yanında çalışan bir motor sesi duyduk ve depodaki diğer Yugoslav askerlerinin kaçışına şahit olduk. Hiç unutmam durumu telsizler merkeze rapor etmeden önce tim lideri çavuş yanıma geldi ve ‘’İyi iş Clinton, gözlerini açık tutman işe yaradı. Sayende diğer adamları kaçırdık seni lanet gerizekalı.’’ dedi. Tam bir göt oğlanı
‘’Hayır hayır hayır gerizekalı koyun sikiciler. Albay Clinton, gelip şu moronlara neyi yanlış yaptıklarını söyler misin?’’ Albay bize doğru döndü ve bize acıdığı her halinden belli olan sikik bir bakış atarak ağzındaki puroyu yaktı. ‘’Beyler, son iki haftadır size anlattığım gibi, gerilla savaşında belli başlı temel konseptler vardır. Mesela siktiğimin pususundan ateş etmeye çıktığınız esnada bağırmaya başlamazsınız. Evet sana diyorum Hussein gözünü bi yere kaçırma vilayetini sikerim senin. Durdun ve bağırıp göğüs göğüse gelmek istedin. Düşmanlardan bazılarının silahı doğrultacak hatta bazılarının ise ateş edicek vakti oldu. Bu senin birliğinde %10 kayıp demek ki iyi bir subay için bu kadar avantajlı taktik pozisyonda kabul edilemez bir rakam bu. Poz kesmek, bağırmak, puştluk yapmak yok. Saldırıya geçerken güneş’i arkanıza alın ki düşman doğrudan güneşe bakmak zorunda kalsın. Yüksekte olmanız iyi siper avantajının sizde olmasını sağlar o fikir iyiydi bravo Omar. Lanet olası Çinli bir cüce bundan 2600 yıl önce bunları kendi kendine çözmüş size hala anlatamadık biz burada. Tekrar yerlerinize geçin baştan çalışacağız hadi.’’ Ve bir kaç saat boyunca bu silahçılık oyunumuzu oynayarak talim yaptık. Oğullarımızın oynadığı askercilik gibi bir şey. Bu Amerikalı boklar kendilerini ne zannediyor da bize böyle artislik yapıyorlar. Biz kaç yıldır bu tepeleri koruruz bir fikirleri var mı? Bok herifler! Evime doğru giderken çadırlarında Albay Clinton ve Binbaşı Adams’ın çadırına erzak bırakmak için uğradım. İçeri girdiğimde Clinton bütün bu taktiklerle ilgili laflarını binbaşına anlatıyordu. Binbaşı da ‘’ Seni burada koyun sikici eğitmeni yaparak harcıyorlar John. Suriye veya Afganistan’da durman bana kalırsa saçmalık. Miami ya da Washingtonda olup haritalı bir tahtanın başında elinde bir çubukla sen şunu yap, sen şunu diyen omzu galaksili Generallerden olmalısın.’’ Clinton yine ağzında purosuyla yavşak yavşak ‘’Washingtonda ayakta kalıcak kıç yalama ve evet efendim deme yetenekleriyle donatılmadım malesef. Öyle kimseye boyun eğmem falan filan zırvalıkları değil bu yanlış anlama. Sadece sik gibi bir politikacıyım hepsi bu.’’ Beni görmeleri için ses çıkardım ve gözümle yemeği elimdekileri gösterdim. Binbaşı ’’Hah Hassan sen mi geldin. Elindekileri şuraya bırakıp çıkabilirsin.’’ Dediğini yaptım ve çadırdan çıktım. Silah arkadaşlarım bu Amerikalıların eğtiminde anlam buluyor olabilir ama bence boş köpeklerin tekiler. Bir gün yemin ederim ki bu köpeklerden bunun öcünü Alıcam. Eski Mosin Nagant’ımla götlerinden vurucam onları.
Hikayeyle ilgili notlar*
Galiba soğuk savaş sonrası Küba’da Amerikaya herhangi bir tehdit kalmadığı için haritalı, tahtanın başında sen şunu yap sen şunu diyen generaller artık Miami’de durmuyor olabilir. Ondan emin değilim.
Burdan Billy Joel’a Mosin Nagant detayını aklıma getirdiği için MGS3’teki the End’e, Breaking Bad’de Hank ve Walther JR’ı oynayan Dean Norris ve RJ Mitte’a ve Beşiktaş çarşı da King Henry puro’nun 5’lisini bana 150 liraya satan tobacco’cu abiye selam göndermek istiyorum. Büyük usta Garth Ennis’in de varlığını reddediyorum.