KÜL BEYAZI
Tarih: 27.10.2011
Yer: Los Santos Medical Services
Gerçek adı “Eli Copper West” olan E-Lay doğduğu gün kül rengi saçları ve açık gri gözleriyle tüm hastane çalışanlarını büyük bir şoka uğrattı. Başlangıçta bu durumun albinizimden kaynaklandığını düşünselerde bebeğin vücudundaki tüm tüylerin beyaz olmadığını fark ettiler. Bunun üzerine doktorlar saç beyazlamasının, genetik faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan kıl folliküllerindeki melanosit kök hücre kaybıyla ilgili bir süreç olduğunu söyleyerek E-Lay’ın kalp yetmezliği olabileceğini ve bu hastalığın melanosit kök hücre kaybını büyük oranda hızlandıracağını öne sürdüler.
Müteakiben yapılan testler doktorların teorilerini doğrular nitelikteydi. E-Lay’ın kalbi vücudunu beslemeye yetmiyordu. Doktor, aileye bebeğin en fazla 1 hafta yaşayabileceğini, henüz yeni doğmuş bir bireyin bu düzeydeki bir hastalığa direnemeyeceğini söyledi. Bay ve Bayan West aldıkları bu haber karşısında adeta büyük bir yıkıma uğradılar. Henüz çocuklarının doğumuna sevinemeden ölümüne üzülmeye başladılar. Ancak gelecek doktorun söylediği gibi şekillenmedi. E-Lay’ın saçları her ne kadar beyaz kalsada vücudu bu hastalığı yenmeyi başardı. Lakin hastalığın kendisinde bıraktığı tek iz beyaz renkli saçları değildi. İlerleyen aşamalarda yüzünün sol tarafında lekeler oluşmaya başlamış, yanağında ki deri pul pul dökülmüş ve asla iyileşmeyen yaralara sebep olmuştu. Kül saçlı ufaklık 5 yaşına bastığında West ailesi 2. çocuklarının doğumunu kutluyordu. Kinsey… Kumral saçları ve gök mavisi gözleriyle güzeller güzeli bir kız çocuğuydu. Minik ikili birbiriyle çok iyi anlaşıyor, sürekli oyunlar oynuyor, birlikte uyuyor ve birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. Kinsey’in dili Eli Copper demeye dönmediği için ağabeyine Elay diye sesleniyordu. Kardeşinin kendisine böyle seslenmesi kül saçlı ufaklığında hoşuna gidiyordu ki kendisini insanlara bu şekilde tanıtmaya başlamıştı. (E-Lay ismi buradan geliyor.)
NEFRET EDİLEN - DIŞLANMIŞ
Tarih: 12.09.2018
E-Lay 7 yaşında ilkokula başladığında hayatın sandığı kadar toz pembe olmadığını öğrendi. Arkadaşları onu diğer insanlardan ayıran kül rengi saçlarıyla dalga geçiyor, yapılan aktivitelerde aralarına almak istemiyorlardı. Yüzünün sol tarafını kaplayan yara izlerinden ötürü ona “canavar” diye sesleniyor, hemen hemen gördükleri her yerde ejdarhayı kovalayan şövalyeler olduklarını söyleyerek üzerine çullanıyorlardı. Diğer çocukların ona bu denli alaycı yaklaşması, kendisinden tiksindiklerini söylemeleri, sürekli zorbalığa maruz kalması E-Lay’ın zamanla okula gitmek istememesi ve insanlardan uzaklaşarak yalnız kalmayı tercih etmesiyle sonuçlandı. Bu durum ilerleyen yıllarda Şizoid kişilik bozukluğunuda beraberinde getirdi. (Bu kişilik bozukluğuna sahip olan bireyler, insanlardan uzak durur ve sosyal ilişkilere karşı ilgisizdir. Genellikle yalnız etkinlikleri tercih ederler ve nadiren güçlü duygular yaşarlar.) İnsanlardan korktuğu için kendisini dış dünyadan tamamen soyutlayıp alaycı, zorba ve acımasız insanlardan uzak, tek başına, odasındaki beyaz tavandan ibaret dünyasında yaşamaya başladı. Zamanla anne ve babasıylada iletişimini kesip sadece kız kardeşi Kinsey ile konuşur hale geldi. Bay ve Bayan West çocuklarının bu durumuna fazlasıyla üzülselerde ellerinden birşey gelmiyordu. Bir dönem E-Lay’ın saçlarını boyamayı düşünselerde ufak Kinsey ağabeyinin saçlarını çok seviyordu. İkiliyi birbirine bağlayan şey tam olarak buydu. Birbirlerini oldukları gibi kabullenmiş, oldukları gibi seviyorlardı.
Yıllar birbirini kovalarken E-Lay 10, Kinsey ise 5 yaşına basmıştı. Bu dönemde küçük kardeşinin sevimli gülücükleri sayesinde kendini bir nebze toparlamışken babasının operatör olarak çalıştığı limanda, konteyner vincinin devrilmesi sonucu hayatını kaybetmesi E-Lay’ı tekrardan yalnızlığın pençesine itti.
KIYAMET
Tarih: 28.02.2022
Dünyanın sonu geldiğinde E-Lay henüz 11 yaşından gün almıştı. Bayan West çocuklarını koruyabilmek için elinden geleni yapıyordu. Evin tüm pencerelerini tahtalarla kapatarak sağlamlaştırmış, kapıyı ise gardolab, çalışma masası gibi ağır nesnelerle destekleyerek güçlendirmişti. Hemen hemen her gün dışarı çıkıyor, çocukları için erzak topluyordu. 4 ay içerisinde evlerinde kendilerine yıllarca yetebilecek konserve yiyecekler birikmişti. Ancak Bayan West bu durumu takıntı haline getirdiği için dışarıya çıkmaya ve erzak aramaya devam etti. Bir gece vakti dışarıya çıkmak için hazırlanıyordu ki E-Lay uyanıp annesinin yanına giderek gece çıkmanın çok tehlikeli olduğunu söyledi. Lakin Bayan West, dışarıda bir polis arabası gördüğünü, polislerin kendilerine yardım edebileceklerini ve hemen döneceğini söyleyip kül saçlı ufaklığı alnından öperek evden çıktı. Aradan saatler geçmesine rağmen Bayan West henüz dönmemişti. Günün ilk ışıkları pencereleri kapatan tahtaların boşluklarından içeriye sızıp odayı aydınlatırken E-Lay merakına yenik düşüp polis arabasının olduğu sokağa bakan pencerenin önüne geldi. Tahtaların boşluğuna yaklaşıp dışarıya baktı. Çakarları yanıp sönen polis arabasının yanında annesinin yarısı parçalanmış cesedini gördüğünde dili tutuldu, nefesi daraldı, vücudu kaskatı kesildi. Annesini o şekilde görmek henüz bu yaştaki bir çocuk için fazlasıyla ağır birşeydi. Son yaşadığı bu durum E-Lay’ın zaten düzgün olmayan ruh sağlığının dahada bozulmasına yol açtı. Kinsey ve E-Lay’ın artık birbirlerinden başka kimseleri yoktu. Sonu gelmiş dünyada yalnız kalmışlardı. Kinsey’in gök mavisi gözleri E-Lay için dünyanın sonunun geldiği bu dönemde nefes almaya devam etmesi için umut oldu. 8 yıl boyunca annelerinin aylarca toplayıp stokladığı konserve yiyeceklerle idare ederek, evden neredeyse hiç çıkmadan dört duvar arasında korkarak yaşadılar. Zaman ilerledikçe yaşları büyüdü, kendilerine olan güvenleri arttı ve en önemlisi erzakları tükendi…
GERİYE KALAN TEK HATIRA
Tarih: 15.04.2032
Evden ayrılmalarının üzerinden tam 2 yıl geçmişti. Şehir içerisinde sürekli yer değiştiriyor, buldukları konserve yiyecekleri topluyor, enfektelerden olabildiğince uzak kalmaya çalışıyor ve aynı yerde asla iki gece geçirmiyorlardı. Hiç bir yer güvenli değildi. Hayatta kalmak için sürekli hareket halinde olmaları gerektiğine inanmışlardı. Hemen hemen her gün olduğu gibi malzeme arayışına çıkmışlardı. Mission Row Polis Departmanı yakınlarındaki ara sokaklardan birindeydiler. E-Lay’ın bakışları tam üzerlerinde yükselen yangın merdivenlerine takıldı. Kinsey’e dönerek; “Şuradaki halatı görüyor musun? Eğer onu kesebilirsek merdiven aşağı inecektir. Yukarıya çıkıp dairelerin içerisinde ne olduğuna bakabiliriz.” dedi. Kinsey başını olumlu anlamda salladıktan sonra ağabeyinin birleştirdiği ellerine basarak yerden yükseldi. Palaskasında asılı duran bıçağını çıkarıp dişlerinin arasına sıkıştırdı. Duvardan destek alarak E-Lay’ın omuzlarının üzerine çıkıp dengesini sağladı. Kinsey halata erişmeye çalışırken bu sırada E-Lay, sanki omuzlarının üzerinde bir ağırlık yokmuşçasına hafifçe duvara yaslandı. Kinsey’i düşürmemek için fazla hareket etmemeye çalışarak bir sigara yaktı. Bu işi o kadar uzun süredir yapıyorlardı ki, artık ikiside fazlasıyla rahattı. Sigaranın dumanını üflerken; “Nasıl gidiyor?” diye sordu. Kinsey dişlerinin arasındaki bıçakla ne dediği zar zor anlaşılacak şekilde; “İyi…” diyerek yanıtladı. Bu sırada halata erişmeyi başarmıştı. Bıçağını dişlerinin arasından alıp halatı kesmesiyle birlikte katlanır merdiven büyük bir gürültüyle aşağıya indi. “İşte şimdi daha iyi” dedi gülümseyerek. Enfektelerin hırıltıları etrafta yankılanmaya başlamış, bir kaç tanesi ara sokağın başında görünmüşlerdi. Kinsey seri bir hamleyle E-Lay’ın omuzlarından inip merdivene yöneldi. Hemen ardından E-Lay da sigara izmaritini fırlatarak merdiveni tırmanmaya başladı. İkili yukarıya ulaştıklarında ilk katı es geçip ikinci kata çıktılar. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. E-Lay palaskasına asılı olan baltasını çıkarıp keskin tarafı pencerenin altına gelecek şekilde yasladı. Baltayı levye gibi kullanarak pencereyi gevşetip açtı. Kinsey içeri girerken E-Lay ise çoktan merdivene tırmanmaya başlamış enfekteleri izliyordu. Enfektelerin ilk kata ulaşmasına az bir zaman kala Kinsey kucağında eski tüplü bir televizyonla pencerede belirdi. Televizyonu ağabeyine uzatırken; “Bitir işlerini şampiyon!” diyerek gülümsedi. E-Lay tüplü televizyonu sıkıca kavrayıp katlanır merdivenin başına geldi. Enfektelerden birisi tam bacağını yakalayacağı sırada televizyonu üzerlerine bıraktı. Kısa bir süre domino taşlarını andırır vaziyette üst üstte yıkılmalarını izledi. Tüm enfektelerin yere yığıldığını görünce hızlı adımlarla tekrar ikinci kattaki pencerenin önüne geldi. Kıvrak bir hamleyle içeriye girip pencereyi kapattı. E-Lay, içeriye girmesiyle gözlerini kör eden ani, beyaz bir patlamayla karşılaştı. Kısa bir süre hiç bir şey göremedi. Bir süre sağ eliyle gözlerini ovuşturdu. Görüşü yavaş yavaş eski haline dönerken tam karşısında, elinde eski bir fotoğraf makinesiyle duran Kinsey’i fark etti. Henüz kızmaya vakit bulamadan Kinsey lafa girdi; “Şu eşyalara bak! Sanırım bir antikacının evindeyiz. Belki de bir koleksiyoncu?” Kinsey kendi sorduğu sorulara cevap ararken E-Lay seri bir hamleyle fotoğraf makinesini Kinsey’in elinden alıp deklanşöre bastı. Patlayan flaşh kısa bir süreliğine tüm odayı aydınlatmıştı. Bu sefer gözlerini ovuşturan kişi Kinsey’di. Sırıtarak fotoğrafı cebine koyup makineyi yanında duran çalışma masasının üzerine bıraktı. Sağ eliyle, hala kendine gelememiş olan Kinsey’in saçlarını dağıtıp dairenin içerisinde dolaşmaya başladı. İhtiyaçları olan malzemeleri toparladıklarında gün bitmek üzereydi. Ufukta parıldayan güneş artık zar zor görülebiliyordu. Gecegezerlerin çığlıkları çok uzaklardan duyabilmek mümkündü. İkili hızlıca binayı terkedip olabildiğince sessiz bir şekilde ara sokaklardan eski striptiz kulübüne doğru ilerlemeye başladılar. Çoğunlukla çatıları kullanarak hareket ediyor, mecbur kalmadıkça aşağı inmiyorlardı. Kinsey yol boyunca dairede bulduğu fotoğraf makinesiyle ilgilenmişti. Makineyi kurcalarken bir anlık dalgınlıkla deklanşöre bastı. Neredeyse geceyi aydınlatacak kadar güçlü olan flaşhı yüzüne karşı patlatmıştı. Girdiği kısa süreli şok yüzünden fotoğraf makinesi ellerinden kaydı. E-Lay makineyi yakalamak için çabalasada başaramadı. Çatıdan aşağı doğru süzülen fotoğraf makinesi tam altlarında duran çürümeye terk edilmiş arabanın kaputuna sert bir şekilde çarptı. Makinenin kaputa çarpmasıyla beraber sokakta acı bir alarm sesi yankılanmaya başlamıştı. E-Lay’ın kalp atışları hızlandı, heyecandan elleri titremeye başladı. Korkuyordu… Kinsey’in durumu da farklı değildi. Ağabeyinin koluna sarılmış vaziyette üzerlerine doğru koşan enfekteleri bekliyordu. Ortalık bir anda mahşer yerine dönmüştü. Üzerlerine akın eden milyonlarca enfekteye karşı hiç şansları yoktu. Kardeşinin korkuyla ölümü bekleyen gök mavisi gözlerine baktı. O gök mavisi gözler E-Lay’ın beyninde şimşekler çakmasına sebep oldu. Bir anlık refleksle Kinsey’i koltuk altlarından kavrayıp havaya kaldırdı ve tüm gücüyle yaklaşık iki metre mesafede, aynı yükseklikte bulunan diğer çatıya doğru fırlattı. Bacağına bağlı olan holsterdan tabancasını çıkarıp havaya bir kaç el ateş ederken Kinsey’e “Koş!” diye bağırdı. Kinsey bir süre E-Lay’a bakakaldı. Ayrılık vakti gelmişti. Gözlerinden süzülen yaşlar eşliğinde arkasını dönüp var gücüyle koşmaya başladı. Bu esnada E-Lay havaya ard arda ateş etmeye devam ediyordu. Mühimmatı tükendiğinde tabancayı yere atıp Kinsey’in aksi yönünde koşarak sesi çıktığı kadar bağırmaya başladı. Enfektelerin bütün dikkati E-Lay’ın üzerindeydi…
YALNIZ VE YARALI BİR KURT
Tarih: 09.03.2038
İki kardeşin birbirini kaybetmesinin üzerinden 6 yıl geçmişti. E-Lay bunca yıl boyunca her gün yılmadan Santos sokaklarında kardeşini aramış, ancak Kinsey’e dair en ufak iz bulamamıştı. Ölümünü kabullenmek, ölümüne inanmak istemiyordu. Ayrı düştükleri gün çektiği fotoğrafı asla yanından ayırmamıştı. Uykusuz kaldığı gecelerde bakışlarını yıpranmış fotoğrafa kenetleyerek sabahlıyordu. Tek başına geçirdiği bu koca 6 yıl E-Lay’ı tamamiyle vahşileştirmiş, adeta yabani bir hayvana çevirmişti. Ona insan olduğunu hatırlatan tek şey, kardeşinin bir türlü gözlerinin önünden silinmeyen gök mavisi gözleri ve bir gün yeniden kavuşabileceklerinin düşüncesiydi. Nefes almaya devam etmesini bu düşünceye borçluydu. Çocukken çok masum birisi olduğunu düşünürdü. Ancak yalnız geçirdiği yıllar onu masum kılan şeyin Kinsey olduğunu, aslında insanlara karşı ne kadar nefret dolu, ne kadar acımasız duygular beslediğini fark etmesini sağladı. Kinsey’in sevecen ve cana yakın tavırları E-Lay’ı sakinleştiriyor, kendini bu düşüncelerden soyutlamasına yardım ediyordu. Kinsey’in yokluğu, nefret ve öfkenin E-Lay’ın vücudunu ele geçirmesine sebep olmuştu. Her gün aynı yerleri Kinsey’i bulabilmenin umuduyla tekrar tekrar kontrol ediyor, başarısızlığın verdiği öfkeye yenik düşüp, günün geri kalanını enfektelerle boğuşarak, baltasını sağa sola sallayıp sakinleşmeye çalışarak geçiriyordu. Yine bir gün enfektelerle boğuşmaktan yorgun düşmüştü ki insan konuşmasına benzeyen bir takım sesler duydu. Nefes nefese yattığı yerden doğrulup seslerin geldiği yöne doğru hareketlendi. Dört kişiden oluşan bir grubun kendi aralarında güvenli bir bölge hakkında konuştuklarını duydu. Kıyamet başladığı günden bu yana annesi ve kardeşinden başka yaşayan kimseyi görmemişti. Rastgele bir günde karşısına çıkan bu insanlar E-Lay’ın aklına Kinsey’in bahsi geçen güvenli bölgede olabileceği düşüncesini soktu. Bölgenin yerini öğrenmek için bir süre daha konuşmayı dinledi. Blaine County’de bulunan Paleto Bay kasabasının tamamiyle duvarlarla çevrelendiğini, bir çok insanın bir arada yaşadığını ve polis benzeri birlikler tarafından korunduğunu duydu. İhtiyacı olan her şeyi öğrendikten sonra konuşmanın bitmesini beklemeden oradan ayrıldı ve eşyalarını almak için gece konakladığı çatıya doğru ilerlemeye başladı. Tüm malzemelerini toparladıktan sonra E-Lay’ı Paleto Bay’a doğru günlerce sürecek uzun bir yolculuk bekliyordu. Kardeşini bulabilecek miydi? Yoksa her gün olduğu gibi eli boş mu dönecekti? Bu düşünceler eşliğinde ağır adımlarla yola koyuldu. Dudaklarının arasından fısıltı şeklinde bir cümle döküldü… “Kardeşim, neredesin?”