Finnegan FOX

Vinç yavaşça ondan öteye doğru dönmeye başladı. Birkaç ton ağırlığındaki beton kütlesi yavaşça yere indirildi ve işlenmemiş zeminden çıkan kalın demir çubukların ram da birkaç santimetre üzerinde durdu. Apartman beş kat yüksekliğindeydi, ama diğer tüm evler gibi on bir katlı olacaktı. Beton kütlesi iki yana sallandı, ancak tek bir köşesine bağlanan halatla durduruldu. Ağzının kenarından sigarası sarkan bir adam, son beton parçası aşağı indirilirken vinci yönlendiriyordu. Beton parçası olması gereken yere yerleşince yapılan işi taktir ettiğini göstermek istercesine başını öne salladı ve sonra da sigarasını yere fırlattı.

Finnegan, meraklı bakışlarla inşaatı izliyor, başını bir öne bir geriye oynatıyordu. Aralarında kare kare boşluklar olan ve kırıldı kırılacak gibi duran paslı bir çit sırası, ne olup bittiğini görmesini engelliyordu. Çitlerin bir kısmı eğilmiş ve görünüşe bakılırsa onları düzeltmek kimsenin aklına gelmemişti. Hazır olan evlerin nerede bittiğini, inşaatın nerede başladığını anlamak zordu. Pek çok aile evlerine çoktan taşınsa da herhalde buranın halini gören herkes, tüm alanın inşaat yeri olduğunu düşünürdü. Çitin üzerinde oraya buraya yapıştırılmış ve güneşten sararıp solmuş küçük tabelalarda ailelerin çocuklarına sahip çıkmaları gerektiği ve inşaat alanına girmenin yasak olduğu yazıyordu.

Finnegan, boyunca olan birkaç tabelanın çağrısına kulak verip itaat etmişti, ancak onları umursayan kimse olmadığından anlamlarını yitirmişlerdi. İnşaatta çalışan adamlar ona sakince seslenip inşaattan uzak durmasını söylüyorlardı. Gizlice çitlerin yanına yaklaştığında ona ya gülüyorlar ya da ıslık çalıyorlardı. Parklar, çocuklar için oyun alanları ve araçların giremeyeceği yürüyüş yolları hala mimarın kafasında şekilleniyordu. Finnegan hiç de umduğu gibi bir manzara ile karşılaşmamıştı. Annesi ona yeni evlerinin doğa ile iç içe olacağını söylemişti. Her bir çocuk için bir ağaç olacaktı. Annesinin daha önce bu ifadeleri kullandığını hiç durmamıştı. Belki bir yerlerde okumuştu ya da ona başkaları söylemişti. Annesinin bazen çalıştığı restoranda “doğa ile iç içe” kelimesinin muhtemelen çok da sık kullanılmadığını düşündü Finnegan. Ağaçların ya da çalıların olmaması ona bir şey ifade etmiyordu. Aksine ay yüzeyine benzeyen çakıllı bir arazi veya şose bir yol, onun düş dünyasına daha da uyuyordu. Burada olmak bir macera gibiydi, şehirde büyüdüğü mahallelerden çok farklıydı. Çocukluğunda oynadığı tüm bahçeler, çiftlikler ve evler yıkılacaktı. Eski olan her şey gidecek, yerine yenileri gelecekti.

Aydınlık, modern, temiz ve yüksek.

Finnegan saatine baktı. Saati kırmızıydı. Annesi bu saati ona vermişti, ama bunun nedenini bilmiyordu. Bir yerde zamanında yetişmesi veya bir işi zamanında bitirmesi gerekmiyordu. kendini akışına bırakmak güzeldi. Yaz yeni başlamıştı ve önünde keşfedeceği daha çok şey vardı.

Öğretmeni Finnegan’a sarılmış ve şans dilemişti. Bunu yaparken sesinde bir kıskançlık kırıntısı da yok değildi. Kıskanılacak ne vardı ki? Sonuçta kalkıp başka bir ülkeye taşınmıyordu ya. Yalnızca şehrin biraz dışında olacaktı. Ama şimdi burası gerçekten başka bir ülkedeymiş gibi hissettiriyordu ona. Yeni metro ile birlikte şehre gitmek yalnızca yarım saat alıyordu, ama eski evi, ona şimdiden sonsuza kadar terk ettiği bir dünya gibi geliyordu. Finnegan yalnız bir çocuk olduğunu biliyordu. Bunu ona daha önce söyleyen olmamıştı ana yalnızca biliyordu işte. Hiç kardeşi yoktu, yeni taşındığı alanda yeni arkadaş da edinememişti. Ama bu canını sıkmıyordu. Onuncu kattaki pencereden, başında çobanı olmayan koyun sürüsü gibi ayrık ayrık gruplar halinde gezen çocuklar görmüştü. Akşamları inşaat alanı kapandığında henüz tamamlanmamış evlere girdiklerini biliyordu. Orada ne yaptıklarını merak ediyordu, ama eninde sonunda bunu ortaya çıkartacaktı. Yalnızca biraz zamana ve anlamaya ihtiyacı vardı.

Yüksüz vinç yeni bir beton kütlesini yerden kaldırmak için geriye doğru yönlendirildi. Ucunda demir kancası olan ağır zincir, bir sarkaç gibi bir ileri bir geri sallanıyordu. Gözlerini kısarak içerisinde birisinin olduğunu bildiği kabine doğu baktı. Yerden o kadar yüksekte çalışmanın nasıl bir şey olabileceğini hayal etti. Ağaya kalktı ve elini anahtarın asılı olduğu boynuna götürdü. Acıkmaya başlıyordu belki de. Finnegan, aç olmanın nasıl hissettirdiğini tam olarak bilmiyordu. Çoğu zaman vücudu ona sinyal verdiği için değil, sırf yemek yemesi gerektiği için yiyordu. Annesi bir kutu dolusu konserve alıp tezgahın altına koymuştu. Domates soslu ravioli. Acıkırsa oradan alıp yemesini söylemişti. Finnegan bazen bir konserve alıp içinde ne olursa olsun ısıtmadan yiyordu. Bazen geceleri homurdanan yeni, parlak ve beyaz buzdolabındaki plastik yemek kutularının içinde Finnegan’ın annesinin restorandan getirdiğini tahmin ettiği yemekler oluyordu. Gözlerini kapadı ve büyük bir rahatlık dalgasının tüm vücudunu etkisi altına aldığını hissetti. Yorgunluk. Finnegan tüm gün dışarıda kalmış ve oynayacak birini aramış, ancak diğer çocukların yanına yaklaşmaya cesaret edememişti.

On üç yaşındakiler oynayamazdı.

Finnegan’ın cildi açık ve pürüzsüzdü. Bana çekmiş olmalısın, diyordu annesi. Görünüşe bakılırsa Finnegan hiçbir özelliğini babasından almamıştı. Onunla hiçbir zaman karşılaşmamıştı. Onun kim olduğunu bilmiyor, onu özlemiyordu. Finnegan’ın şu ana dek özlediği kimse olmamıştı. Bazen akşamları yatağında yatarken tüm dünyada yalnız olmanın nasıl bir şey olacağını düşünüyordu. Bu düşünce ona hiçbir şey hissettirmiyordu. Annesinin bir gün yanında olmayacağı düşüncesi bile onu korkutmuyordu. Bu heyecan yaratan bir düşünceydi yalnızca. Ya annesi ölürse?

Uyandığında yatağın çoktan soğuduğunu fark etti. Bu düşünceler onun aklına nereden gelmişti. Annesi öleli iki yıl olmuştu. Yalnız geçirdiği hayatında annesinin ölümü bile ona dokunmamıştı. Orduya yazılma fikri cezbetmişti Finnegan’ı. US Army bünyesinde 8 yıl hizmet verdikten sonra Master Sergeant rütbesinde iken emekliye ayrıldı. Ordudan ayrılışının ardından kendini büyük bir boşlukta hissetti ve NYSP’de göreve katıldı. Büyük başarılarının ona Staff Sergeant rütbesinin layık görülmesini sağladı. Terfisinden sonra sağlam bir tatile ihtiyacı olduğunu hissetti. Bir kaç gün içinde yanına hiçbir şey almadan Valentine City’ye ailesinin yanına tatile çıktı.

2022-??

Nihayet içi iskelet dolu sığınaktan çıkan Finnegan havanın o tatlı tadını boğazında hissetti. Haftalarca Valentine City’de hayatta kaldıkça tüm insan olmayan düşmanlarını tanıdı. Western Endustries’in droneları… Onlarla çok defa karşılaştı fakat kendini hiç yakalatmadı. Aradan geçen aylar sonrasında yerde bulduğu ilanlarda Paleto Devleti adı altında bir topluluk olduğunu gördü. Tüm hazırlığını tamamladıktan sonra kuzeye doğru yola çıktı. Paleto Bay’de ilk karşılaştığı manzara onun tüm umudunu kırmıştı. Paleto Devleti çökmüş yerini harabelere bırakmıştı. Çok geçmeden birkaç araç sesi duydu ve saklandı. Yanından Humvee’lerin geçtiğini görünce ordudaki günleri aklına geldi. Hava kararırken sis dağıldı ve Ada Amerika’nın tüm görkemi yanan ışıklarla ortaya çıktı. Finnegan’ın içini büyük bir heyecan kapladı. Fakat korkuyordu… 46 yaşında olmasına rağmen çok genç bir görünüme sahipti. Genlerimle alakalı olsa gerek diyordu Finnegan. Ama yine de kimseye gerçek yaşından bahsetmek istemiyordu. Kendini hızlıca 28 yaşındaymış gibi davranmaya şartladı. Fazla konuşmayacak sessiz olacaktı.

Hikaye devam ediyor…

1 Beğeni