Jade V. Rivers 2012 yılında, bütün dünyanın kıyameti beklediği aralık ayının 13’ünde, İngiltere Cambridge’de doğmuştu. Üstelik oldukça tehlikeli olacak yaşamına yalnız da başlamamıştı, Jade’den sadece 2 dakika sonra ikizi Chelsea dünyaya gelmişti. Tek yumurta ikizi değillerdi ama ikiside saç rengini ve gözlerini annelerinden almıştı, bu yüzden belli bir yaşa kadar ikizleri ayırt etmek imkansızdı. İkizlerin annesi Cambridge Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doçentlik yaparken, babaları ise eğitimini ekonomi üzerine tamamlamıştı ve pek çok şirkete yatırım danışmanlığı yapmaktaydı.
Babaları işi sebebiyle sürekli iş seyahatindeydi, anneleri çok yoğun çalışıyordu ve kızlar 5 yaşına gelene kadar anne ve babalarından çok bakıcı görmüşlerdi. 5 yaşlarındayken annelerinin Akut Miyeloid Lösemi üzerine yazdığı araştırma tezi büyük ilgi görmüştü. Bu tezin yayımlanmasından yalnızca birkaç hafta sonra Los Santos Humane Labs Araştırma Laboratuvarı’ndan danışman profesör olarak çalışması için bir teklif gelmişti. Araştırma verileri oldukça gizliydi ve değil okyanus ötesine, verilerin laboratuvar dışına bile çıkması söz konusu değildi. Anneleri bu teklifi kabul ederse ülke değiştirmeleri gerekecekti. İkizlerin babası sürekli iş seyahatinde olduğu için farklı bir ülkeye gitmeleri onun açısından bir sorun oluşturmuyordu ve anneleri bu araştırmayla çok ilgiliydi. Daha sonra beklenen sonuç gerçekleşti ve anneleri işi kabul edip Los Santos’a taşınmaya karar verdi. İkizler için Los Santos başlarda çok tatlıydı, evlerinin kocaman bi bahçesi vardı ve ikisinin de kendi odaları olabilecekti. Jade o günleri düşündüğünde ikizinden ayrı uyuyacak olması onu neden bu kadar mutlu etmişti anlayamıyordu, 5 yaşında olmak bile bu aptallık için yeterli bir bahane değildi.
İkizler 7 yaşlarına geldiklerinde anneleri hayalindeki işe kavuşmuştu, ikizler annelerinin heyecanını görüyor ve sürekli orda ne iş yaptıklarını soruyorlardı, aldıkları cevap ise hep aynıydı “Zayıf hücrelere savaşmayı öğretiyoruz.” Yalnızca birkaç yıl sonra kendi kızlarına savaşmayı öğreteceğinden habersizdi.
Kızların okula başladığı aylardı ve babaları uzun bir seyahate yeni çıkmıştı, o sıralar annelerinde gözle görülür değişimler başlamıştı. Nerdeyse iş yerinde uyuyup uyanıyordu, çok stresli görünüyor günden güne durumu kötüleşiyordu. Bu sıralar Humane Labs maymunlar üzerinde deneylerine başlamıştı ve annelerinin önüne gelen sonuçlar hiç parlak görünmüyordu. Maymunlarda beyaz kan hücreleri, kanser hücreleriyle savaşmanın yanından bile geçmediği gibi bir de mutasyona uğrayıp farklı semptomlar ortaya çıkarıyordu. Annelerinin işi sadece tedavinin kanser hücreleri üzerindeki etkisini veriler arasında karşılaştırıp raporlamaktı, ancak verilerde serotonin hormonu üretimi kontrol eden Dna’nın düzgün çalışmadığı görülmekteydi. Serotonin üretimi yapılmadığı taktirde beyinde üretilen kimyasal salınımı baskılanamıyordu ve saldırgan davranışlar bunu izliyordu. Anneleri raporları defalarca tekrar kontrol etti, diğer deneklerle karşılaştırdı ama sonuç değişmiyordu, pek çok kez raporlarında, verilerin istekleri karşılamadığını, deneylerin durdurulup gen haritası üzerinden yeniden çalışılması gerektiğini yazmıştı. Ama asla olumlu bir geri dönüş alamadı, bu projeye çok para bağlanmıştı ve her şeyi silip atıp tekrar başlamak hiçbir yatırımcının işine gelmiyordu. Bunu laboratuvar içinde sesli söylemeye başladığında bir anda Humane Labs ile iş anlatması tek taraflı fes edildi. Bu noktadan sonra ikizlerin anneleri için bazı şeyler rayından çıktı, hayallerinin peşinden bütün ailesini başka bir ülkeye sürüklemişti ve şimdi hayatında ilk kez işsizdi hem de sadece duymak istedikleri şeyi söylemediği için. Haklı olduğunu biliyordu, onun gibi düşünen bir grup insan daha işten atılmıştı ama ağır tazminatları olan gizlilik sözleşmeleri vardı ve kimse konuşamıyordu. Konuşulsa bile şirket çok güçlüydü ve konuşulanlar söylentiden öteye gidemiyordu. Bu yüzden annelerinin içi içini yiyordu, günden güne zayıflıyordu, kızlar onu sürekli dalmış düşünürken buluyordu ve etrafında konuşulanları bile duymuyordu.
Bu durum bir süre daha böyle devam ederken televizyonlarda meclisin, deneyi suçlular üzerinde denenmesine onay verdiği haberleri patlak verdi. Bu anneleri için kırılma noktası olmuştu, dengesiz bir ruh haline bürünmüş, ani kararlar almaya başlamıştı. Önce ikizleri okuldan aldı ve bundan sonra evde eğitim göreceklerini söyledi, sonra evde türlü tadilatlar yapılmaya başlandı, her gün evde farklı gürültüler duyuluyordu, anneleri her gün evden çıkıyor ve arabayı tıka basa başka şeylerle doldurmuş olarak dönüyordu; kitaplar, dergiler, konserve yiyecekler, su şişeleri, ilaçlar. Büyük bir felakete hazırlanır gibi bir hali vardı. Evde nerdeyse hiç durmuyor, evde olduğu zamanlarda ise sürekli liste yapıyordu. Ortak banka hesabındaki para nerdeyse bitmek üzereydi. Jade gece seslere uyanmıştı ki kardeşinin odasına gittiğinde ağlayarak telefonda konuştuğunu duydu, olanları babalarına anlatmaları kesinlikle yasaktı ama Chelsea susmak istemiyordu belli ki artık. Babaları ilk uçağa binmiş ertesi gün eve dönmüştü ki gördükleri karşısında dili tutulmuştu, pencerelere çelik panjurlar eklenmişti ve duvar boyunca koliler yükseliyordu, ev bir sığınak gibi görünüyordu, kızlarının üniversite harçlarına kadar nerdeyse bütün birikimleri gözlerinin önünde tepeler halinde büyüyordu. Kızlar o gece babalarının annelerini, psikolojik destek almazsa ikizleri de alıp onu terk etmekle tehdit ettiğini hiç öğrenmediler. Ama birkaç gün sonra anneleri psikolojik destek almaya başlamıştı, babaları işlerini erteledi ve bir süre göz kulak olmak için yanlarında kaldı. Annelerine obsesif kompulsif bozuklukla beraber anksiyete kaynaklı panik atak teşhisi konmuş, ilaç tedavisine başlanmıştı. Kızlarının eğitiminin yalnızca bir okul dönemi evden olacağı daha sonra okula geri döneceklerine karar verilmişti. İkizler de okula dönmek için sabırsızlanmıyordu zaten, bütün yaşıtları annelerinin kafayı yediğiyle ilgili şakalar yapıyordu. Bu şakalara gülmeyen tek kişi iki yan evlerinde oturan Ian’dı, ikizler taşındığında da onların ilk arkadaşı oydu. Diğer çocuklar Ian’ın yanında zorbalık yapmaya cesaret edemediği için Jade o yakınlardayken kendini güvende hissederdi. Belki de bu yüzden yıllar sonra Sığınakta karşılaştıklarında yine aynı hissetmişti.
2022 yılı geldiğinde kızlar artık 10 yaşındaydı, anneleri ilaçların etkisinde sakindi, babaları eski rutinine dönmüştü ki 28 şubatta annelerinin yıllarca ilaç kullanıp bastırmaya çalıştığı komplo teorileri gerçek olmuştu, salgın başlamıştı. Şehirde protestolar başlarken kızlar annelerini planını uygulamaya koyarken izliyorlardı; ev tamamen güvenli hale getirirken ne kapıdan ne pencereden güneş ışığı bile giremiyordu içeri. Bodrum kattaki kolileri açıp sayımlar yapıyor ve belli belirsiz mırıltılar arasında hep aynı cümle kendini tekrarlıyordu “Ne zamana kadar?”
Salgından birkaç hafta sonraydı, dışardaki patlama sesleri kesilmiş elektrik tamamen gitmişti. Bir öğlen vakti kapıdan bir ses duyuldu, kapının önünde biri vardı, bir kadın. Anneleri dönüp kızlara susmalarını işaret etti, kapıyı açmamaya çok kararlı gibiydi bir bebek ağlaması da duyulana kadar. Düşünmek için çok vakti yoktu dönüp ikizlere baktığından onu bu anla hatırlayacaklarından emindi. Kısa bir andı ama o çok şey düşündü; bir doktordu, o da bir anneydi ve kızlarına bir anne ile bebeğin parçalanışını dinletmeyeceğinden emindi. Kapıyı açtı ve dışardaki kadını yüzüne bile bakmadan kucağında bebeğiyle içeri çekip kapıyı kapattı. Kapıyı tamamen kilitlediğinden emin olduğunda döndü ve gördüğü yüz yabancı değildi, hemen yan evde oturan kadındı, eşi asker olduğu için o da genelde evde yalnız olurdu, kanser tedavisi görürken hamile kalmıştı ve kullandığı ilaçlarla ilgili sık sık kapıyı çalıp ikizlerin annesine sorular sorardı. Çocuğu 1 yaşına gelmişti bile. Joe… Jade Joe’yu ilk kez o gün görmüştü, sarı saçları şaşkın bir suratı vardı. Annesi Joe’yla yalnız kalmıştı ve evdeki yiyecekler ancak birkaç hafta yetmişti. Ama Joe’nun şansı yaver gitmişti ve annesi ilk durakta güvenli bir yer bulabilmişti.
O günden sonra yıllar birbirini kovaladı. Joe 5-6 yaşına gelmişti ki annesinin durumu iyice kötüleşti günden güne daha da soluyordu, tedavi için gerekli ilaçlar yoktu. İkizlerin annesi elinden geleni yapıyordu ama 3.evre bir kanser hastasının 3-4 yıl yaşaması bile mucize sayılırdı, özellikle böyle bi dönemde. Joe’nun annesi bazı günler hiç uyanmıyor bazen de nefesini kesen öksürüklerle uyanıp kan kusuyordu. Bir sabah uyandıklarında Joe’nun annesi evde değildi, hiç kimse soru sormadı, Joe bile. O da ne olduğunu biliyordu, bazı geceler bir köşede sessizce ağlıyordu. İkizler Joe’nun yalnız hissetmesine hiç izin vermediler, anne veya babaları fark etmezdi, onlar kardeşti artık.
Yıllar artarda geçerken, günleri nerdeyse birbirinin aynısıydı. Her sabah gün doğumu ile kalkıp egzersiz yapıyor, ardından saatlerce ders çalışıyorlardı. Anneleri kızlarına bildiği her şeyi öğretiyordu ve onlarla yeni şeyler öğreniyordu. İnsan anatomisi, biyoloji, kimya, acil tıp, cerrahi, alternatif tıp, insan psikolojisi, beden dili okuma, botanik… Sürekli öğrenmeleri gereken şeyler değişiyordu. Anneleri yaralandıkları zaman ona koşmalarını değil yaraları ve acılarıyla başa çıkmayı öğretiyordu. Kızlarına hayatta kalmayı ve hayatta tutmayı öğretiyordu, kızlarının birinin hayatını almak zorunda kalabileceği düşüncesini bile reddediyordu. Eğitimler sadece teorikti ama Joe o kadar yaramazdı ki kızlara sürekli uygulamalı eğitim şansı da sunuyordu. Sadece Joe ile de kalmıyordu Chelsea ilk damar yolunu Jade’e açmıştı, Jade süturu ilk kullanışında kız kardeşine dikiş atmıştı. Ama yıllar sonra şehirde yalnız başına kaldığında 16 yıl süren eğitimin hayatta kalmak için ne kadar da yetersiz olduğunu görecekti.
Kitap yığınları duvarlarda yükselirken, yiyecek ve içecek stokları tükenmeye başlamıştı. Artık dönüşümlü olarak şehre çıkmak zorundaydılar. Genelde anneleri yanına her seferinde farklı birini alırdı ve diğer 2 kişi evde beklerdi ama anneleri oldukça yaşlanmıştı ve son kış kıtlığı herkesin çıkmasını zorunlu hale getirmişti. Haritalarında uzaklaşabilecekleri bölgeleri işaretleyip çıkıyor, gece bastırana kadar dönmeyi başaramayan ekip planlanan çatıda geceyi geçirip dönüyordu. Ama son sefer bir şeyler yolunda gitmemişti, Jade ve Joe eve döndüklerinde gece zombilerinin sesleri dışarda yankılanıyordu ama ev sessizdi, yetişemediler diye düşündüler olurdu bazen böyle. Ertesi gün de dönmediklerinde bir sorun olduğu belliydi, haritada onların alanına gittiler, çatıda beklediler ama günlerce hiç gelen olmadı, haftalarca olmadı, ikisi de kötüyü düşündü ama hiç konuşulmadı.
Artık annesini ve kız kardeşini son görüşünün üstünden 2 ay geçmek üzereydi, ağlayarak uyuya kalmıştı ve kapı sesine uyandı, gelenin Joe olduğunu görünce son umudu da silinmişti kalbinden. Kıtlık çok ağırlaşmıştı ve Joe dışarda gizlice dinlediği insanları anlatıyordu. Bir sığınaktan bahsediyorlardı, “güvenli” ve “yardım” kelimelerini seçebilmişti Joe konuşmalardan. Jade başka çareleri olmadığını biliyordu ve Joe’yu da düşünmek, hayatta kalmak ve hayatta tutmak zorundaydı. Haritada üzerinde planlarını yaptılar sabah erkenden yola çıkacak ağaçlık alanlardan yürüyeceklerdi. Bu sığınak ailesi için de bir umut olabilir diye düşündü, belki de onları orda bulurdu ama yine de gördüğü zombilerin yüzüne bakmaktan hep korktu, baktığında zombinin de aynı gözlere sahip olacağından korktu. Sığınağa doğru yola çıkarken her ikisi için de yeni bir dönem başlıyordu.
Sığınakta Marcus ve ekibi ile tanışmış ve çok kısa sürede birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Ekip içinde eski askerler ve mühendisler bulunmaktaydı ama Jade’in görevi zaten belliydi. Sığınakta başka bir doktor daha vardı, onun ölümüne kadar Jade yanında öğrenmeye devam etti. Bir yandan kendini geliştirirken diğer yandan Marcus ve Katya silah eğitimi veriyordu. Katya, karakter olarak Jade’e çok zıttı ama aralarında muhtemelen ikisinin de anlamadığı bir bağ oluşmuştu.
Bombalama ve sonrası da sığınakta geçmişti. Jade artık dört duvar arasında uyumaktan nefret ediyordu. Dışardaki hava nefes alınabilir hale geldikten sonra “Ada Amerika” lafları çokça duyulur olmuştu. Sığınaktaki herkes bu yeni yerden bahsediyor, kimi gitmek isterken kimi de tuzak olduğunu düşünüyordu. Jade ekiple beraber kontrol için gönüllüydü. Sığınaktan ayrılmaya karar verdiğinde diğerlerini ve Joe’yu son kez gördüğünün farkında değildi. Duvarların arasında boğuluyordu ve bu yüzden en zayıf ışığın bile arkasında günlerce koşabilirdi. Gittiği yerde her şeyini kaybedeceğini ve bir kişinin her şeyi olacağını bilmiyordu, tek bildiği düşene kadar devam etmek zorunda olduğuydu.